Deyimler

11209 Sonuç bulundu.

… azmanı

…’nın çok gelişmişi, iri yapılısı.

… bir hâl almak (hâle girmek)

… bir duruma gelmek: Hastalık tehlikeli bir hâl aldı.

… canlısı

… düşkünü.

… demeye getirmek

doğrudan söylemeyip dolayısıyla anlatmak: ‘Hadi, sedirin önünde tepsiyi elimden sen al, demeye getiriyormuş.’ –A. Ağaoğlu.

… demeye kalmamak

söylemeye, yapmaya fırsat olmamak: İşimiz bitiyor demeye kalmadı, herkes ayağa kalktı.

… durumuna düşmek

şartları kötüleşmek.

… durumunda olmak (bulunmak)

zorunluluğunda olmak.

… duygusu uyandırmak

bir duygu oluşturmak: ‘Bu çeşit mülahazalar bizde ancak bir isyan duygusu uyandırabilirdi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

… elinden çıkmak

biri tarafından yapıldığı belli olmak: ‘Giysi belli oldu, çok kaliteli, çok iyi terzi elinden çıkmış.’ –M. İzgü.

… fırın ekmek yemesi lazım

‘bir duruma erişmek için pek çok emek vermesi, çalışması gerekir’ anlamında kullanılan bir söz: Onun usta olması için daha beş fırın ekmek yemesi lazım.

… gibi yapmak

… imişçesine davranmak: Sever gibi yapmak.

… hâline gelmek

gibi olmak.

… kim … kim

yakıştırılan şeyin uygunsuzluğunu belirtmeye yarar: ‘Bambu ağacından takım kim, ben kim?’ –H. Taner.

… kisvesi altında

‘herhangi bir nitelikte veya biçimde’ anlamında kullanılan bir söz.

… nere … nere

iki şeyin aralarındaki uzaklığı veya nitelik ayrımını belirten bir söz: Konya nere Ankara nere.

… nerede … orada

söylenilen iki şeyin birlikte olması gerektiği anlatılmak istendiğinde kullanılan bir söz: Ben nerede sen orada.

… olsun … olsun

sözü geçen her şey: ‘Er olsun subay olsun, harpte ölen her askerin müşterek sembolü meçhul askerdir.’ –P. Safa.

… sevdasına düşmek

bir şeyi çok fazla istemek.

… vaziyeti takınmak

herhangi bir tavır takınmak.

… yaşını sürmek

… yaşında olmak: ‘Artık çocuk değilsin, on yedi yaşını sürüyorsun.’ –O. V. Kanık.

… ziyafeti çekmek

herhangi bir şeyi en iyi biçimde başarmak, herhangi bir yönüyle doyurmak: Orkestra tam bir müzik ziyafeti çekti.

(… etmenin) âlemi var mı?

‘yakışık alır mı, uygun olur mu?’ anlamında kullanılan bir söz.

(…-masıyla …-mesi) bir olmak

çabucak olmak.

(…-mesi) an meselesi

olması her an mümkün, sürekli gerçekleşebilecek durumda: Dayımların gelmesi an meselesi.

(…-mesi) gün meselesi

olması her an mümkün, sürekli gerçekleşebilecek durumda: Kovulması gün meselesi olduğu için usta bir taraftan sıkıştırıyor, patron bir taraftan sıkıştırıyor.

(…) aşağı (…) yukarı

1) bir kimsenin adının dilden düşürülmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatan bir söz: ‘Adı erken yaşta şaire çıkmıştı. Şair aşağı, şair yukarı.’ –H. Taner. 2) bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılan bir söz.

(…) belası

-den dolayı, sebebiyle: ‘İlme karşı saygı belası olarak dinlemek zaruridir.’ –Y. K. Beyatlı.

(…) hakkı tanımak

izin vermek: ‘Saliha, anneye çocuğunu haftada iki kere görme hakkı tanıyan kararı yazdırıyor.’ –A. Kulin.

(…) hâlini almak

herhangi bir duruma gelmek: ‘Bu hastalık korkusu onda, hayatı kendine zehreden tehlikeli bir psikoz hâlini almıştı.’ –M. Ş. Esendal.

(…) hükmünde olmak

1) değerinde olmak: Kaynata, baba hükmündedir. 2) yerinde olmak, yerine geçmek.

(aralarında) kan olmak

aralarında kan davası bulunmak.

(at) tırısa kalkmak

tırıs gitmeye başlamak: ‘Atlar bazen dörtnala kalkıyor, bazen tırısa geçiyordu.’ –R. Enis.

(ayakkabı) ayağını vurmak

ayakkabı ayağını yara etmek.

(bir davranışı birine) reva görmek

bir davranışı, bir olayı bir kimse için uygun görmek: ‘İstanbul’da işgal kuvvetleri fertlerinin halka reva görmediği cefa ve zulüm kalmamıştır.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir durum birinin) sinirine dokunmak

hoşuna gitmemek, sinirlendirmek: ‘Bu söz sarhoş olmayan zevcesinin fena hâlde sinirine dokunmuş.’ –R. N. Güntekin.

(bir durum, düşüncenin) ışığı altında

‘bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde tutarak’ anlamında kullanılan bir söz.

(bir durum) açığa çıkmak

1) belli olmak, anlaşılmak: ‘Ama daha önemlisi komünle bizim aramızda bir anlayış farkı olduğu açığa çıktı.’ –A. Ümit. 2) rıhtıma aborda veya kıçtankara olmuş bir gemi bulunduğu yerden kalkarak daha uzaktaki bir yere demirlemek üzere kıyıdan uzaklaşmak.

(bir durum) gün ışığına çıkmak

açıklığa kavuşmak, aydınlanmak: ‘Bu mesele gün ışığına çıkmadıkça toplumun doğru dürüst bir düzen kurabileceğine inanmak zordur.’ –B. R. Eyuboğlu.

(bir durumu) açığa çıkarmak

ortaya çıkarmak, gözler önüne sermek, anlaşılır duruma getirmek: ‘Yolsuzluklarını açığa çıkarması bardağı taşıtan damla oldu.’ –H. Topuz.

(bir durumu) açığa vurmak

belli etmek, ortaya çıkarmak: ‘Mantıksal bir dille açığa vurduğu bu harika önerinin aksayan bir yanı vardı.’ –N. Nadi.

(bir iş birinin) vaktini almak (yemek)

epey zaman harcanmasını gerektirmek.

(bir iş ki) değme keyfine

söz konusu işten çok hoşlanıldığını anlatmak için kullanılan bir söz.

(bir iş veya durum) tersine dönmek

beklenildiği, umulduğu gibi gerçekleşmemek, aksi olmak: ‘Ya hesapları tersine dönüverirse o vakit başımıza gelecek belada ortağız kardeşim!.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir iş veya durum) tersine gitmek

1) istenildiği gibi gerçekleşmemek, iyi sonuç vermemek; 2) bir işten veya bir durumdan hoşlanmamak: ‘Kızların keman çalması benim o zamanlar bir tersime giderdi.’ –H. Taner.

(bir iş) aceleye gelmek

bir iş yapılırken zaman yetersizliğinden dolayı gereken önem verilememek.

(bir iş) akıl kârı olmamak

akıllı bir kişinin yapacağı iş olmamak: ‘Bunu sormadım; akıl kârı olmadığından soramazdım, zaten.’ –R. H. Karay.

(bir iş) çorba olmak (çorbaya dönmek)

karmakarışık duruma gelmek, içinden çıkılmaz bir durum almak.

(bir iş) elinde olmak

isteyince o işi yapabilmek.

(bir iş) felce uğramak

bir iş yarım kalmak, yürümez duruma gelmek, tam olarak durmak: Yağmur yüzünden trafik felce uğradı.

(bir iş) gâvur orucu gibi uzamak

bir iş gereğinden çok sürmek, sürüncemede kalmak.

(bir iş) kâğıt üzerinde (üstünde) kalmak

1) yapılması düşünülmüş olduğu hâlde yapılmamak; 2) kararı bağlandığı hâlde uygulanmamak.

(bir iş) medreseye düşmek

alay içinden çıkılmaz boş tartışmaların konusu olmak.

(bir iş) sallantıda kalmak

bir çözüme bağlanmamak.

(bir iş) sekteye uğramak

kesilmek, kesintiye uğramak.

(bir iş) sürüncemede kalmak

bir iş sonuçlanıncaya kadar boş yere gecikmek, uzamak, askıda kalmak, bir türlü sonuçlanamamak.

(bir iş) uykuda olmak

yürütülmemek, olduğu gibi durmak.

(bir işe) adı karışmak

kötü bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek.

(bir işe) burnunu sokmak

gerekmeden her işe karışmak: ‘Bir kere burnumu sokmuştum işin içine, sonuna kadar gitmekten başka çare yoktu.’ –E. Bener.

(bir işe) dört elle sarılmak (yapışmak)

bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek: ‘Sen bize dört elle sarılırsan zarar etmezsin.’ –R. N. Güntekin.

(bir işe) eli yatmak

eli alışmak: ‘Daha çatal ve bıçağı tutmasına eli yatmamıştı, ikide bir düşürürdü.’ –R. H. Karay.

(bir işe) kendini vermek (vurmak veya çalmak)

bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip tek şeyle aşırı ölçüde ilgilenmek: ‘Sattım dükkânı, verdim kendimi tiyatroculuğa.’ –N. Hikmet.

(bir işi birinin) sütüne havale etmek

işi, beklenen biçimde yapmasını o kişinin vicdanına bırakmak.

(bir işi) aceleye getirmek

bir işi üstünkörü, özenmeden yapmak.

(bir işi) dallandırıp budaklandırmak

bir işi, bir sorunu büyüterek karışık duruma getirmek.

(bir işi) gözü yememek

bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak.

(bir işi) pamuk ipliğiyle bağlamak

etkisi az sürecek bir çare ile geçiştirmek.

(bir işi) piç etmek

tkz. 1) yapayım derken bozmak, çıkmaza sokmak; 2) tadını kaçırmak, tatsız bir durum yaratmak: ‘Can sıkıntısı, pişmanlık ve öfkenin, bu Vaniköy akşamını nasıl piç edeceğini şimdiden kestirebiliyordum.’ –A. İlhan. 3) boş geçirmek, boşa harcamak: ‘Nasıl olsa bugünü de harcadık, piç ettik.’ –A. İlhan.

(bir işi) resmiyete dökmek

bir iş veya durumu resmî bir yola sokmak, resmî bir nitelik vermek.

(bir işi) sürüncemede bırakmak (tutmak)

bir işi sonuçlanıncaya kadar boş yere geciktirmek, uzatmak: ‘Bana niye bu davayı böyle sürüncemede tuttuğunu izah etsin.’ –A. Kulin.

(bir işi) tatlıya bağlamak

kavgalı bir işi gönül hoşluğuyla bitirmek: ‘Hayır kardeşim, istemez diye tatlıya bağladım.’ –O. V. Kanık.

(bir işi) yokuşa koşmak

bir konuda güçlük çıkarmak.

(bir işin veya bir şeyin) ucundan tutmak

1) bir şeyle meşgul olmak, katkı sağlamak, yardımcı olmak: ‘Ömür boyu hiçbir işin ucundan tutmamış insanlar için bile bir yaşlılık fonu düzenlenmiş.’ –H. Taner. 2) mec. bir işi yeterince ilgilenmeden, önemsemeden yapmak.

(bir işin, bir kimsenin) arkasına düşmek (takılmak)

1) bir işi sona erdirmek için sıkı çalışmak; 2) birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek: ‘İstanbul’da ne kadar şair, hikâyeci varsa hepsinin arkasına düşüyor, hepsiyle tanışıyordu.’ –B. R. Eyuboğlu.

(bir işin, şeyin) başına oturmak

bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak: ‘Kendine güvenini tam bulduğu, oyununu yazabileceğine inandığı gün oturacaktı masanın başına.’ –N. Cumalı.

(bir işin) adamı

bir işi ustalıkla yapan.

(bir işin) alayında olmak

1) işi önem vermeyerek yapmak; 2) işi şaka konusu yapmak.

(bir işin) altı yaş olmak

işe birtakım oyunlar karışmak, böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak.

(bir işin) başında olmak

1) yöneticisi olmak: Senin müdür başımda olduğu sürece bana da rahat yüzü yoktur. 2) işe sahip çıkmak.

(bir işin) hamallığını etmek (yapmak)

bir işin önemsiz fakat ağır ve yorucu yükünü taşımak: ‘Yok, yok! Sizi kimse hamallık etmeye bırakmaz.’ –N. F. Kısakürek.

(bir işin) içinden çıkmak

karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek: ‘Pek cazip bir iş fakat çok paraya, çok vasıtaya ihtiyaç var. Bakalım bunun içinden nasıl çıkabileceğim?’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir işin) ilerisine gitmek

bir işin sonuna kadar gitmek.

(bir işin) ipleri birinin elinde olmak

o işi el altından yönetmek.

(bir işin) kolayına bakmak (kaçmak)

bir işi yaparken kolay ve kestirme yolu seçmek.

(bir işin) sakalı bitmek

tkz. bir iş sürüncemede kalmak.

(bir işin) ucunu kaçırmak

iş kötüye girmek, çıkmaza girmek.

(bir işin) yolunu yapmak

bir işin istediği gibi olması için uygun zemin hazırlamak.

(bir işte) aktif rol oynamak

etkili olmak.

(bir işte) eli olmak

karışmış olmak, gizli bir ilgisi bulunmak: ‘Şu hâlde Sırrı Beyi Ahmet Samim’in ölümünde de eli olanlardan saymak lazım geliyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir işte) methali olmak

bir işe karışmış bulunmak, bir işte parmağı olmak.

(bir işte) parmağı olmak

bir işi olumsuz yönde etkilemek, bir işe karışmış olmak.

(bir işte) saç sakal ağartmak

o işte uzun zaman çalışmış, emek vermiş olmak.

(bir işte) tulum çıkmak

amacını eksiksiz elde etmek.

(bir işte) yer almak

1) bir işi hazırlayanlar arasında bulunmak; 2) ayrılan yerde durmak, bulunmak: ‘Derginizde ne tür yazılar yer alıyor?’ –A. Ümit.

(bir işten) boş çıkmamak

bir işten az da olsa bir kazançla çıkmak.

(bir işten) el yıkamak

ilgisini kesmek.

(bir işten) hariç olmak

o işin içinde olmamak.

(bir işten) yüz (yüzünün) akı ile çıkmak

bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek: ‘Biz buraya geldi isek her hâlde yüzümüzün akı ile çıkacağımızdan şüphe etmeyesin!’ –E. E. Talu.

(bir kadın bir erkekte) gözünü açmak

kadın ilk cinsel ilişkiyi o erkekle kurmuş olmak.

(bir kimseye, bir şeye) ihtiyaç duymak

o kimse veya şey gerekli saymak.

(bir kıza) dünür düşmek

bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek.

Sayfa 1 / 113
Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü